Beyin

KİM BU BEYİN?

Beyin bize bir şey anlattı ama biz şu anda sadece %15 ini anladık. Bu oran belki bazı insanlarda daha fazla ve bazı insanlarda daha az. Kullanıldığı oranda gelişen bir sistem. Oysa ilginçtir insan ürünü olan teknolojik aletler bile kullanıldıkça yıpranır bir o kadar eskir, belki sık sık parça değişimi olur arıza verir. Beyinse kullanıldıkça yani düşündükçe, insanı daha zeki kılar. Tıpkı atalarımızın dediği gibi işleyen demir ışıldar evet beyin de tabiri caizse işledikçe yani çalıştıkça biz daha da zekileşiriz. Tabi her beyin aynı şekilde demir gibi sadece dövülerek aktifleşmez, bunun için insan sayısı kadar farklı yollar bulunabilir. Sizin beyniniz nasıl aktifleşiyor? Bu sorunun cevabı sadece sizde. 2012 yılında yapılan bir araştırma sonucuna göre yetişkin kadınların erkeklerden daha zeki (IQ olarak) olduğu sonucuna ulaşıldı. Önceki yıllarda ise erkeklerin bayanlara göre daha zeki olduğu vurgulanıyordu. Peki ne oldu da sonuç değişti? Uzmanlar bunu bayanların artık erkeklerin yaptığı işleri de yapabildikleri ve beyinlerini bu yolla daha çok kullandıkları sonucuna bağlayarak açıklaya bildiler.

Beyin aslında; içerisinde hayat boyu sayılamayacak kadar çok sırrın örülüp saklandığı muazzam bir hazinedir. Her geçen gün zaman mürekkebiyle nice sırların ilmek ilmek örüldüğü, görülen, duyulan, bizatihi yaşanılan her bir hayat karesinin mekan tuttuğu yerdir.

Öyle bir gizem ki, bilim adamlarının o hummalı çalışmaları sonucunda dahi, beyin keşfedilmeyi bekleyen altınlarla dolu hazine görevini üstlenmeye devam etmiştir.

Beyin; vücutta hayatı idame ettiren her bir unsurun yönetildiği ana kumanda merkezidir. Yalnızca bununla kalmayıp belki, ruhun da insan bedeninde geçici olarak konakladığı yerdir. Bu açıdan bakıldığında hem bedeni, hem ruhi fonksiyonlarıyla beyin, bilim adımlarını cezbetmeye devam eden bir unsur olarak göze çarpmaktadır.

Eğitim açısından bakıldığında ise, öğrencilerimizde bu hazinenin kapısını nasıl açabiliriz, şeklinde önemli bir soru sorularak işe başlanmalıdır. Madem anahtarları sadece insanın kendisinde olan bir hazineden bahsediyoruz, neden kapıları açıp içeri girmiyoruz? Her gün rutinleşmiş işlerin yapıldığı, yorulup devam ettirilmekten bıkılmış bir hayatı, evde belki en çok kullanılan elektronik cihaz olan televizyon önünde, o dizi senin bu dizi benim izleyen ve bu sıradan işleri yaparken beynini değil, beyinciğini çalıştıran insan kitlesi olmaktan çıkmanın vakti gelmedi mi sizce?

Evet, acı bir gerçek ama beynimizi çalıştırmayı unutuyoruz. Sabahtan akşama kadar çizgi film izleyen bir çocuk da, sorgulamadan hayatı yaşayan büyük de bu noktada aynı kulvarda.

Peki, doğru olan nedir? Beynimizin çalışma sistemini algılayıp, onu aktif hale getirecek eylemlerde bulunmaktır. İşte bu noktada beyin temelli öğrenme, eğitim açısından vazgeçilmezliğiyle ortaya çıkmaktadır. Beynin çalışma sistemi bilinip, eğitim ve öğretim buna göre odaklanmalıdır.

İlginç olan unsurlardan biri de sağ ve sol beynin kollektif çalışması sonucu öğrenme ve hatırlama yetisi birden bire 2 katına değil, belki 15 katına birden çıkabildiği düşünüldüğünde, muhteşem bir güç değil mi?

Tarihte insanlığın yaşamını değiştiren nice beyinleri düşünün. Bunların tümü, sağ ve sol beyinlerin birlikte etkin bir şekilde çalışması ile üstün nitelikte başarılar elde etmiş, yıllar geçmesine karşın unutulmamışlardır değil mi?

Öğrencilerimizin de beyinlerini etkin kullanmasını sağlayan etkinlik ve örneklerle onları doğru öğrenmeye teşvik etmeli, hayata olumlu bir pencereden bakmalarına imkan tanımalıyız. Şöyle ki, başaran bir beyin mutlu olur mutlu beyinlerse, toplumsal barışın anahtarı rolündedir.

Beynin Bize Anlattıkları.. “ben işledikçe daha hızlı çalışan bir organım”

Gelişen ve değişen dünyamız her geçen gün farklı bilimsel gelişmelere gebe iken, bilim ve teknolojideki baş döndürücü hız, geçmişle kıyaslandığında nice güzelliklerin öncülüğünü de yapmaktadır. Günümüzde en çok kullandığımız teknolojik araçlar arasında olan cep telefonları bile daha yüzyıl öncesinde yoktu. Bugünse, telefonda konuştuğumuz insanla görsel olarak görüşebiliyor, hatta 4G ile birlikte o insanın hologramına dokunabiliyoruz.

Tüm bu gelişmelerin ilk meydana geldiği ortamsa beynimizdir. Beyin; kafatasının içinde olup beyin suyu ile çevrilmiştir. Bu yapısıyla beyin, her türlü dış etkiye karşı korunma altındadır. Beyinde yaklaşık 100 milyardan fazla nöron (beyin hücresi) mevcuttur. Bir nöron, kendisine gelen bir uyarıyı diğer bir nörona, saate 380 km’ ye varan bir hızla iletir. Beynin hacimsel ve kütlesel büyüklüğü düşünüldüğü zaman, her santimetre küplük hacminde 10 milyona yakın nöron vardır. Uyarının iletimindeki şaşılacak hız, nöronların yakınlığından kaynaklanan bir özelliktir.

Beyinde, bir nöronun akson adı verilen uzantıları ve bu uzantıların ağaç dalı gibi sağa- sola, öne-arkaya uzanan dentritleri vardır. Bu dentritlerin görevi bilgiyi toplamak, aksonların görevi ise bu bilgiyi, hücreler arasında transfer etmektir.

Bir bilgi veya uyarı, bir nörondan diğer nörona saniyede 100 metre hızla gider. Bu hızı, vücudumuzun yapısına göre düşünürsek; bir insanın ayağına yapılan bir uyarı beynine saniyenin binde biri gibi bir zamanda ulaşır.

Peki, ulaşan bilgiler nasıl depo edilir? Bilgiler, beynin korteks kısmında depolanır. Öğrendikçe ve yeni bilgileri beyne kaydettikçe, beynin hacmi değişmeyeceği için kütlesi artar (Ürkmez, 2008).

”The Brain Book” (Russell, 1979) adlı ünlü kitapta bir gram beynin bütün dünyadaki telekomünikasyon sistemlerinden daha fazla hücreler arası bağlantı içerdiği görülmüştür. İnsan beyninde yaklaşık olarak 140 milyar hücre bulunmaktadır. Zekâ geriliği olan bir insanın beyninin bile dünyadaki telekomünikasyon sistemlerinden daha çok bağlantı içerdiği bilinmektedir.

Bu bağlamda belki en ilginç olan hususlardan biri de; bilgilerin, bedenin ölmesi ile dahi yok olmayıp ‘bilgi proteinleri’ şeklinde saklandığı gerçeğidir. Bu konuda Tarhan (2006) şunları söylemektedir:

İnsan beyni elektriksel ve kimyasal ileti ile çalışan biyolojik bir bilgisayardır. Hafıza; hard disk, zekâ; mikro işlemci, program da bizim kişiliğimiz ve ruhsal yapımızdır. Elektronik devrelerden oluşan hafızamız o kadar büyük bir kaptır ki, orada bilgileri doğru sınıflandırmamışsak, bilgiler kayboluyor ve biz unuttuğumuzu düşünüyoruz. Aslında bilgiler hafızamızda kimyasal harflerle yazılmış fakat biz, kullanmayı bilmediğimiz için unuttuğumuzu düşünüyoruz.

Yakın ve kısa bellek dikkatin daha çok elektriksel nitelikte olduğu, orta ve uzun belleğin kimyasal nitelikte olduğu bilinir. Bilgisayarda manyetik partiküllerin “1-0” şeklinde dizilişi gibi beyinde de hem duygular hem düşünme kimyasal olarak dizilir.

İnsan beyninde kalıcı hafızaya yazılan hiçbir bilgi silinmez. Protein şifreleri olarak yazılıdır. Beyin ameliyatı esnasında, yarı bilinci açık hastanın beyin kabuğu elektrikle uyarıldığında, çeşitli bilgileri anlatmaya başlar. Yaşadığı doğum sancısını, bildiği şiirleri okuyabilir.

Beyin, bütün öğrenmelerin yegâne sahibi iken fen ise, bireyin kendisini, çevresini, yaşadığı dünyayı, hatta kâinatı anlama uğraşısıdır. Fen bilimleri, doğadaki varlıkları ve olayları bilimsel yöntemlerle açıklamaya çalışır. Fen bilimlerindeki fizik, kimya, jeoloji, astronomi gibi bilimler cansız doğa ile biyoloji, botanik, zooloji, anatomi v.b. gibi bilimler de canlı doğa ile uğraşır (Erten, 2008).

Beyin temelli öğrenme (BTÖ) ise, öğretime gelişimsel ve sosyo-kültürel açıdan bakan, insan beyninin yapısı ve fonksiyonları üzerine temellendirilmiş bütüncül bir yaklaşımdır (Brewer 1999; Caine ve Caine 1995). Beyin temelli öğrenmenin felsefesi, normal beyin süreçleri ile ilgili tutarlı öğrenme imkânları sunmasıdır (Brewer 1999). Öğrenenler için, yaşamla iç içe zengin deneyimlerin tasarlanması ve uyumlu bir şekilde uygulanması ve öğrenci deneyimlerinin anlamın özünü kavrayacak şekilde işleyişinin sağlanmasıdır (Açıkgöz, 2003).

Ürkmez (2008) ise, hafıza gücü ile alakalı olarak şunları söylemiştir, toplumumuzda oluşmuş olan yanlış bir yargı vardır; o da, yaş ilerledikçe hafıza gücünün zayıflaması konusudur. Bu, yanlış bir düşüncedir. Hafıza ile yaş arasında, böyle negatif bir ilişki yoktur. Yaş ilerledikçe yeni beyin ağları oluştuğu için hafıza gerilemez, bilakis ilerler ve gelişir. Hafıza gücünün gerilemesinin sebebi, beynin sağ tarafının ilerleyen yaşlarda bazı sebeplerden dolayı kullanılmaması ve beynin çalışır konumda aktif tutulmamasıdır. Beynin her iki tarafının pasifize edilmesi ve etkin kullanılmaması, zaman içinde bu tür bir sonuç doğurmaktadır. Ölen sinir hücrelerinden boşalan yerleri, canlı sinir hücrelerinin dentritleri ile sinapsları doldurur ve bunlar da ölen sinir hücrelerinin görevlerini aynen yapmaya devam ederler. Bundan dolayıdır ki ileriki yaşlarda, yıllar önceki ve hatta çocukluktaki deneyimler, tüm canlılığı ile hatırlanabilmektedir.

Beynin kısımlarını gösteren Şekil 1.1 aşağıda yer almaktadır.

Şekil 1.1. Beynin kısımları

(URL-1, 2009)

Jensen (2000), beynimizdeki bellek aktivitelerinin yerlerini şu şekilde açıklamıştır (Duman, 2007):

Amigdala; güçlü, yoğun duygusal olaylar, duygusal belleği kontrol eder.

Hipokampüs; güçlü anlamsal (semantik) ve anısal (episodik) bellekleri kontrol eder.

Beyin kabuğu (korteks); temporal loblar anlamsal (semantik) geri getirmeleri kontrol eder.

Ön alın lobu (Prefrontal korteks); kısa süreli belleği (çalışan bellek) kontrol eder.

Parietal lob; Lateral intraparietal, kısa süreli belleği kontrol eder.

Beyincik (Cerebellum); işlemsel (procedural) bellek, otomatik (automatic, reflektive) yansıtma bellek ve klasik koşullanmayla öğrenmeleri kontrol eder.

Vücut bellekleri; kan akışı aracılığıyla tüm vücudu baştanbaşa dolaşan peptid moleküllerinde depolanabilir.

Kavaklı (2006) ise, beyin ile ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyor: California Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Robert Ornstein, beynin çeşitli bölümlerinin hangi zihin fonksiyonlarında rol aldığını araştırdı. Bulgular, insanı hayrete düşürecek seviyedeydi. Fonksiyonları itibariyle insan beyni; sağ, sol, üst ve alt olmak üzere dört bölümde incelenebilirdi. Üst beynin sağ ve sol kısmı; şuur, sembolik düşünme, zekâ, mantık, irtibatlandırma, kıyaslama gibi zihin fonksiyonlarının açığa çıkmasında görevli birimlerdir.

Prof. Ornstein, beyin dalgalarını ölçmek için yapılmış özel başlıklar kullanarak, öğrencilerin değişik beyin aktivitelerini tespit etti. Onlara matematik işlemleri yaptırdı, hikâyeler ve resmî mektuplar yazdırdı, renkli dosya düzenletti, eleştiriler yaptırdı, mantıklı düşünmelerini sağladı, hayal kurdurdu. Bu faaliyetler esnasında beynin iki yarım küresinden gelen dalgaların yoğunluğunu ölçtü. Tespitleri, hem şaşırtıcı, hem de önemliydi. Zira her ne kadar beynin bütünü her zaman aktif olsa da, beynin yarım küreleri arasında farklı işlere göre değişen aktivite yoğunluğu vardı.

Beynin her iki yarım küresinde gerçekleştirilen fonksiyonlar, beynin esnek ve modüler yapısından dolayı, gerektiğinde, bir başka bölüm tarafından üstlenilebilmektedir. Doktorlar, beyindeki rahatsızlığı dolayısıyla üç yaşındaki bir kız çocuğunun dil öğrenmede vazifeli kısmını içine alan beynin sol bölümünü ameliyatla aldılar. Beynin sol bölümü alındığı için doktorlar, vücudun yarısının felç olmasından ve çocuğun dil öğrenememesinden korktular. Fakat çocuk yedi yaşına geldiği zaman normal bir şekilde iki dili, ana dili gibi öğrenmişti. Bu örnek, beynin son derece esnek ve uyumlu bir yapıda olduğunu göstermektedir. Bunun sağlıklı kişiler için anlamı şudur: İnsan öğrenmeyi ve öğretmeyi iyi bilirse, beynini yüksek verimlilikle kullanabilir (Lernen, 2002).

Saygın (2007), bilgileri hafızada tutmak için kullanılan birçok yöntemde şu iki temel ilkenin varlığını savunmaktadır: hayal gücü ve çağrışım. Çarpıcı hayaller kurulmasını, oluşturulan hayallere hareket verilmesini, hayal kurarken mümkün olduğunca abartılmasını, yerine koyma ilkesinin uygulanmasını, arada ilişki kurulmasını ve kurulan hayallerin renklendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Buzan (2008) ise, yaratıcılığımızın ana motorunu hayal gücümüz olarak tanımlamaktadır. Yaratıcı deha, hayal gücünüzün derinliklerinde bir yolculuğa çıkıp, insanları orijinal ve el değmemiş diyarlara götürmektedir. Orada, yeni çağrışımlar, yeni oluşumları, -dünyanın yaratıcı büyük buluşlara adını verdiği- dehaların, tarihin gidişatını değiştirecek eserlerini bu sayede ortaya çıkardığını söylemektedir.

Kasaroğlu ve Şenyürek ise (2008), algılama noktasında öğrencilerin, doğru sorular sorarak doğru anlamlar çıkartarak, başarı ve başarısızlığın yeni bir şekilde algılamaları gerektiğini vurgular.

Beynin iyi bir şekilde çalışmasında ortamdaki oksijen oranı da çok önemlidir. Havadaki oksijen oranını artırmak için ara sıra sınıf içerisi havalandırılmalıdır. Şöyle ki, kandaki oksijen oranının artması beyne daha çok enerji verir, beyin hücreleri arasındaki iletişim ve bağlantıyı güçlendirir (Jensen, 2000).

1990-2000 yılları arasında ise, teknolojideki çok hızlı gelişime ek olarak MRI (Manyetik Rezonans Görüntüleme) ve PET (Pozitron Emisyon Tomografisi) taraması gibi ileri teknoloji görüntüleme sistemleri, bilim insanlarını pek çok alandan beynin haritasını çıkartmaya teşvik etmiştir.

BTÖ ile ilgili deneysel çalışmalara bakacak olursak, Caulfield, Kidd ve Kocher’ in (2000) 1994-1999 yılları arasında Kansastaki Valley Park İlköğretim Okulunda Eğitimi iyileştirme merkezi (CARE) ile eğitim ve öğretimde BTÖ uygulamasına yönelik ortaklaşa yaptıkları deneysel çalışmada, BTÖ’ nün öğrencilerin akademik başarılarını, tutum ve güdülenmelerini olumlu yönde etkilediği sonucuna varmışlardır. Uygulamada, Gates-Mac Ginite okuma testleri, Harcourt Brace ya da D.C. Heath matematik testleriyle beraber ünite testleri, Lowa temel beceri testleri sonucunda, öğrencilerin akademik başarılarında anlamlı bir artış görülmüştür. BTÖ ilkelerine göre tasarlanmış olan Valley Park planı, sınav notlarını yükseltmekten daha öte bir araştırma projesi olmuştur.

Wagmeister ve Shifrin (2000), California Encino’ da dil-temelli öğrenme farklılıkları olan öğrencilerin devam ettiği bir okulda (Westmark School) öğrencilerin bilgilerini genişletmeleri yeni örüntüler bulmaları, bağlantılar kurmaları ve risk almaları için güvenli ve geliştirici (nurturing) bir ortam yarattığını düşündükleri, beyin temelli öğretim programını uygulamıştır. Uygulama sonunda öğretmen ve öğrencilerin öğrenmeye karşı olumlu bir tutum içerisinde oldukları saptanmıştır.

Yapılan ilk çalışmalardan biri de New Jersey’ deki Drew İlköğretim okulunda yapılmıştır. BTÖ programı ile önemli sonuçlar elde edildiği saptanmıştır (Neve, 1985). BTÖ ilkelerinin uygulandığı projenin sonunda yapılan Lowa testlerinde öğrencilerin akademik başarılarında önemli bir artış görülmüştür (Duman, 2007).

Aydın (2008), yapmış olduğu araştırmada beyin temelli öğrenme yöntemini Biyoloji dersinde kullanmıştır. Araştırmada, beyin temelli öğrenme etkinliklerin uygulandığı bu yöntemin sınıflarda öğrenciler üzerinde etkilerinin olduğu saptanmıştır.

Bayındır (2003), öğrencilerin İngilizce Kompozisyon-II dersindeki beyin temelli öğrenme uygulamalarına yönelik tutumlarını incelemiştir. 10 hafta boyunca beyin temelli öğretim yöntemi kullanılarak kompozisyon eğitimi alan 23 öğrenciye, İngilizce Kompozisyon-II dersindeki beyin temelli öğrenme uygulamalarına ilişkin tutumlarını ölçmeyi amaçlayan bir tutum anketi uygulanmıştır. Ayrıca öğrencilerin tutumlarını detaylı olarak inceleyebilmek amacıyla 10 öğrenci ile mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Anket sonuçlarının analizinden, öğrencilerin % 93’ ünün beyin temelli öğrenme uygulamalarına yönelik kayda değer derecede olumlu tutumlar sergilerken, öğrencilerin yalnızca % 1’ inin olumsuz tutumlar gösterdikleri tespit edilmiştir. Mülakatlardan elde edilen sonuçlar, tüm öğrencilerin beyin temelli uygulamalara ilişkin olumlu duygular beslediklerini ve bu dersin öğrencilerde kendine güven, rahatlama, değer gördüğünü hissetme gibi duygular uyandırdığını ortaya koymuştur.

Yağlı (2008), yapmış olduğu araştırmada İngilizce dersinde beyin temelli öğrenme yöntemini kullanmıştır. Denel işlem sonucunda, deney grubuna açık uçlu sorulardan oluşan bir anket uygulanmıştır. Buna göre öğrencilerden yeni ders etkinlikleri hakkındaki görüşlerini belirtmeleri istenmiştir. Öğrenciler; derslerin çok zevkli, eğlenceli, zengin ve verimli geçtiğini belirtmişlerdir. Bir başka taraftan, bu araştırmada öğrencilerin kendine güven ve motivasyon düzeylerinin de arttığı gözlenmiştir.

Baştuğ (2007), yapmış olduğu araştırmada İlköğretim 5. sınıf Sosyal Bilgiler dersinde beyin temelli öğrenme yöntemini kullanmıştır. Araştırmacı yapmış olduğu bu çalışmada katılımcılarla yüz yüze görüşmeler yapmıştır. Sonucunda, beyin temelli öğrenme yönteminin uygulandığı sınıflarda öğrenim görmekte olan öğrencilerin kontrol grubundaki öğrencilere göre derse yönelik daha olumlu tutumlar geliştirmiş olduklarını saptanmıştır. Öğrencilerin % 83,3’ ü denel işlem sonrasında yapılan görüşmede Sosyal Bilgiler dersinin en fazla gelmek istedikleri ders olduğunu belirtmişlerdir.

Özden (2005) de araştırmasında, ilköğretim beşinci sınıf Fen Bilgisi dersinde beyin temelli öğrenmenin akademik başarıya ve öğrenilenleri hatırlama düzeyine etkisini belirlemektir. Deneme modellerinden “ön test-son test kontrol gruplu model”e göre desenlenen araştırma, 2004-2005 öğretim yılı bahar döneminde Kütahya Abdurrahman Paşa İlköğretim Okulu’nda deney ve kontrol grubu olarak belirlenen 5-B ve 5-A sınıflarında gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonucunda, deney grubu lehine hatırlama düzeyi ve akademik başarı açısından istatistiksel bakımdan anlamlı fark gösterdiğini tespit etmiştir.

Ayrıca, Erduran Avcı (2007), çalışmasında, ön test-son test kontrol gruplu araştırma modeli kullanılmıştır. Araştırma, 2005-2006 eğitim-öğretim yılında, bir deney grubu ve iki kontrol grubu ile yapılmıştır. Bu çalışmaya, deney grubunda 30, kontrol gruplarında 30 ve 31 öğrenci olmak üzere toplam 91 ilköğretim 7. sınıf öğrencisi katılmıştır. Araştırmanın uygulaması fen bilgisi dersindeki “İş yap-Enerji aktar” konusunun öğretiminde gerçekleştirilmiştir. Deney grubundaki öğrencilere beyin temelli öğrenme yaklaşımıyla, kontrol gruplarındaki öğrencilere ise geleneksel öğretim yöntemleri ile öğretim yapılmıştır.

Araştırma sonucunda deney grubu lehine tutum, algılama, başarı ve başarı kalıcılık testleri bakımından anlamlı farklara rastlanmıştır.

Tüfekçi (2005) ve Usta (2008) de yapmış oldukları araştırmalarda beyin temelli öğrenme yönteminin uygulandığı sınıflardaki öğrencilerin derse yönelik tutumlarının olumlu yönde arttığını saptamışlardır. Bir başka ifade ile beyin temelli öğrenme etkinliklerin düzenlendiği sınıflardaki öğrencilerin derse yönelik tutumları, bu yöntem temelli etkinliklerin uygulanmadığı sınıflardaki öğrencilerin tutumlarına nazaran daha yüksek düzeyde saptanmıştır. İfade edilen araştırmalardan elde edilen bu sonuçlar, bu araştırmanın öğrencilerin derse yönelik tutumları üzerindeki sonucu ile tutarlılık göstermektedir. Bu araştırmanın sonunda, beyin temelli öğrenme etkinliklerin uygulandığı sınıftaki öğrencilere ders ve etkinlikler hakkındaki görüşler sorulmuş, öğrenciler; dersten hoşlandıklarını / zevk aldıklarını, dersin etkili, verimli, eğlenceli, rahatlatıcı geçtiğini, dersteki konuyu çok kolay öğrendiklerini, dersten memnun olarak ayrıldıklarını ve bu şekilde derslerin ileride de yapılması gerektiğini ifade etmişleridir. Bunun yanında, beyin temelli öğrenme yönteminin uygulandığı sınıftaki öğrenciler derste uygulanan çok farklı yöntem, teknik ve uygulamaların (proje oluşturma, her öğrencinin kişisel ihtiyaçlarını rahatça giderebilmesi, müzik eşliğinde öğrenme, çizim ve boyama yapma, arkadaşları ile işbirliği halinde çalışma, vb.) çok zevkli, eğlenceli, rahatlatıcı ve öğrenmeyi kolaylaştırıcı olduğunu belirtmişlerdir.

Tüfekçi ve Demir (2009) ise, ‘The Effect of Brain Based Learning on Achievement, Retention, Attitude and Learning Process’ adlı makalelerinde, üniversite öğrencilerinin aldıkları derslerden elde ettikleri başarı doğrultusunda, beyin temelli öğrenme ortamının tutum ve öğrenme hususunda daha yüksek düzeyde öğrenmeyle pozitif bir etkiye sahip olduğunu göstermişlerdir.

Baş (2010) ise, çalışmasında beyin temelli öğrenme yönteminin ilköğretim 6. sınıf öğrencilerinin İngilizce dersindeki erişi ve derse yönelik tutumları üzerindeki etkisini araştırmıştır. Araştırma 2008-2009 eğitim-öğretim yılında Niğde Karatlı Şehit Şahin Yılmaz İlköğretim Okulunda gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın sonucunda, kontrol grubu ile deney grubu öğrencilerinin derse yönelik tutumları arasında önemli farklılıklar bulunmuştur. Buna ek olarak, beyin temelli öğrenme yöntemi kökenli aktivitelerin öğrenci erişisi üzerinde önemli olumlu gelişmeler sağladığı kaydedilmiştir. Araştırma sonunda, beyin temelli öğrenme yöntemine uygun olarak ders yapılan sınıf başarısının ve İngilizce dersine karşı öğrencilerin tutumlarının geleneksel öğretim yöntemlerle ders işlenen sınıfın başarı ve derse yönelik tutumundan çok daha yüksek olduğu saptanmıştır.

Sonuçta, bu araştırmanın sonuçları ile beyin temelli öğrenme yöntemi üzerine öğrencilerin dersteki akademik başarılarını ve derse yönelik tutumlarını araştırtan diğer araştırmalarla tutarlılıklar göstermektedir. O halde, buradan hareketle, Beyin Temelli Öğrenmenin genel anlamda öğrencilerin dersteki akademik başarılarını ve derse yönelik olan tutumlarını olumlu yönde etkilediği ifade edilebilir.

(N. İNCİ’NİN Y. L. TEZİNDEN ALINTIDIR…)

 7.069 kez görüntülendi